Âlemlerin Rabbi olan Allâh’a hamd, Efendimiz Muhammed’e, âline pak olan ashabına, ehlibeytine salat ve selam olsun.
Allâh-u Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere şunu bildirmektedir:
Ayetin manası: “Hayırlı amelleri işleyiniz ki kurtuluşa eresiniz.”
(El Hac Suresi 77. ayet)
Bu Âyet’te, kurtuluşa erebilmemiz için hayırlı ameller yapmamız emredilip teşvik ediliyor. İşte bu hayırlı amellerden biri de, Berât Kandili gibi geceleri hayırlarla geçirmektir.
Bütün İslâm aleminin Berât kandilini tebrik eder, hayırlara vesile olmasını Rabbimizden niyaz ederiz.
Değerli Müslümanlar
Tabii ki Berât gecesi gibi mübarek geceleri gerektiği gibi ihya etmek gerekir. Ne var ki, dinimizi bozmak isteyen, tahrif etmeye çalışan, dinimizde bulunmayan hususları delilsiz ve mesnetsiz haberlerle yaymaya çalışan kişiler boş durmamaktadır. Berât gecesiyle ilgili ortaya atılan ve yanlış bilinen birçok mesele bulunmaktadır. İnşâAllah bu yazımızda, Berât Gecesi hakkında yanlış bilinen konular ile delilleriyle bilmemiz gereken doğru bilgiler nelerdir? Bu hakikatleri sizlerle paylaşacağız.

NUZUL HADİSİ VE ŞABANIN 15. GECESİ İLE İLGİLİ HADİSLER NASIL ANLAŞILMASI GEREKİR?
Özellikle Berât Gecesi’nde veya öncesinde anlatılan, İmâm Buhârî ve Müslim’in rivayet ettiği müteşâbih nüzûl hadisi, bazı kimseler tarafından sahîh bir hadis olmasına rağmen yanlış tefsir edilmekte ve şu şekilde açıklanmaktadır:
“Rabbimiz her gece, gecenin üçte bir bölümü kalınca dünya semasına iner ve şöyle seslenir: Bana dua eden yok mu, duâsını kabul edeyim? Benden bir şey isteyen yok mu, istediğini vereyim. Benden mağfiret (bağışlanma) dileyen yok mu, kendisini bağışlayayım.”
Veya şöyle derler:
“Şaban ayının yarısı (Berât gecesi) gelince; gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçiriniz. Şüphesiz ki Allah, o gece güneşin batmasıyla dünya semasına iner ve şöyle der: Benden af dileyen yok mu? Onu affedeyim! Rızık isteyen yok mu? Rızık vereyim! Şifa dileyen yok mu? Şifa vereyim!”
Bu hadisler için yapılan açıklamalar asla doğru değildir.
NUZUL HADİSİ VE ŞABANIN 15. GECESİ İLE İLGİLİ HADİSİN DOĞRUSU NEDİR?
Müteşâbih olan bu hadislerin doğru manaları şöyledir:
İmam Ahmed bin Hanbel Müsned’inde, İmam Kurtubi Tefsiri’nde, Hafız İbni Hacer Askalani’nin “Fethul Beri” adlı kitabında ve Hafız İbni Cevzi’nin “Zad el-Mesir” adlı tefsirinde şöyle denilmiştir:
“İmam Nesa’i’nin, Ebu Hureyre’den naklettiğine göre, Peygamber Efendimiz meâlen şöyle buyurmuştur: ‘Gecenin üçte bir vakti geçtiğinde Allâh, birine (bir meleğe) şöyle nida etmesini, seslenmesini emreder: İstiğfar eden yok mu, Allâh günahlarını bağışlasın? Dua eden yok mu, Allâh duasını kabul buyursun? Bir isteği olan yok mu? Allâh isteğini kabul etsin?’”
Müteşâbih bu hadis asıl manasından saptırılarak zahiri yorumlayan bazı kişiler, hadisin manasında tahrifat yapmışlardır. Hadiste geçen “يَنْزِلُ رَبّنَا” ifadesinin, Allâh’ın hâşâ zatıyla hareket etmesi, zatıyla inmesi şeklinde yorumlanması, bütün temel İslâm kâideleri ve Allâh’ın tenzihi konusunu hiçe saymaktadır. Böylece, Allâh’a, hareket, intikal, değişim, mekân gibi sadece yaratılmışlar için kullanılabilecek sıfatları nispet etmiş, Allâh’ı cisimlere benzetmiş olurlar. Bu da Allâh’ın zatı hakkında acizlik iddiasıdır ki, böyle söyleyenler Allâh’ı aciz kılmış olurlar ve doğru İman’dan uzaklaşırlar.
Doğru olan görüşe göre, Ehli sünnet alimlerinden İmâm Kurtubi, nüzul hadisini şu şekilde açıklamaktadır:
Nüzul hadisine dair en uygun açıklama, İmam En-Nesâi’nin kitabında yer alan şu rivayettir:
“Şüphesiz aziz ve celil olan Allâh, gecenin bir vaktinde bir münadiyeye (meleğe) emrederek şöyle buyurur: ‘Dua eden var mı? Duası kabul olunacak, bağışlanma dileyen var mı? Ona mağfiret olunacak. İstekte bulunan var mı? İstediği ona verilecek.’”
Ehli sünnet alimlerinden Ebû Muhammed Abdulhak da, İmam En-Nesâi’nin rivayet ettiği hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
Bu hadisteki ifadeler, İmâm Buhârî’nin rivayet ettiği hadisle açıklanmaktadır. Birinci hadisteki ifadeler, muzafın hazfedilmesi kabilindedir; yani “Rabbimizin yaratmış olduğu melek iner ve der ki: ‘İstiğfar eden yok mu, Allâh günahlarını bağışlasın? Dua eden yok mu, Allâh duasını kabul buyursun? Bir isteği olan yok mu? Allâh isteğini kabul etsin?’” anlamındadır. Buhari’nin rivayetindeki “يَنْزِلُ” (iner) kelimesi, bazı rivayetlerde “يُنْزِلُ” (indirilir) şeklinde de zikredilmiştir ki, bu da görüşlerin doğruluğunu ifade etmektedir.
Unutulmamalıdır ki, bu hadis-i şerifte Allâh hakkında geçen “nüzul” hareket, inme ve intikal anlamındaki nüzul değildir. Allâh; hareket, inme, çıkma ve intikalden münezzehtir. Allâh, yaratılmışların sıfatlarıyla vasıflandırılmaz ve yaratılmışlara benzemez.
Kur’ân-ı Kerîm’de mealen şöyle buyurulmaktadır:
“Sakın Allah’ı yaratılmışların misalleriyle misallendirmeyin. Allah’ı yaratılmışlara benzetmeyin.”
(En Nahl Suresi 74. ayet)
Büyük alimlerden İmam Ahmed bin Hanbel de “Her ne gelirse aklınıza, Allah asla benzemez ona” buyurmuştur.
Doğru olan görüşe göre, Ehli sünnet alimlerinden Fahruddin er-Râzî şöyle buyurur:
“Müteşâbih hadisleri bazı Selef alimleri tevil etmeden, Allâh’ı noksan sıfatlardan tenzih ederek, hakikatini Yüce Allah’ın muradı üzere inandık demişlerdir. Ancak ehlisünnet uleması, kelâm alimleri insanların yanlış anlamalarına mahal vermemek için tevil yolunu seçmişlerdir.”
Fahruddin er-Râzî (ö. 606/1209), nüzûl ile ilgili ayet ve hadisleri naklettikten sonra tevil gerekçesini özet olarak şöyle anlatır:
“Allah, gelip-gitmekten münezzehtir. Çünkü gelip-gitmek, ancak sonradan meydana gelen şeyler hakkında geçerlidir. Allah hakkında bunun varlığını kabul etmek, kadîm (ezeli) olduğunu reddetmek anlamına gelir.”
Bir mekândan başka bir mekâna intikal eden varlık, sınırlı bir varlıktır; Allah ise ebedidir, sınırsızdır.
Allâh, hakkında gelip gitmeyi kabul etmek, Kur’ân’a aykırıdır. Nitekim İbrahim (aleyhisselam) yıldızların, ay ve güneşin ilâh olmadıklarını söylerken, “لَا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ” (lâ uhibbul-âfılîn) demiştir.
Uful’un anlamı; batmak, yok olmak, yok olup tekrar geri gelmektir (Râzî, Esasu’t-Takdis fi ilmil-Kelâm). İmam Râzî, ayetlerde Allah hakkında kullanılan “gelme” lafzının, yerine göre “Allah’ın azabının gelmesi”, “emrinin gelmesi”, “rahmetinin gelmesi” gibi anlamlarda olduğunu belirtir.
NUZUL VE BERÂT GECESİ İLE İLGİ HADİS HAKKINDA DİĞER ALİMLERİN SÖZLERİ
Öyle ki, bir başka hadis-i şerif’te de “Yunzilu Rabbuna …” yani “Rabbimiz indirir…” şeklinde ifadeler yer almaktadır. Bu hadis’de zikredilen mana, Allâh’ın rahmetinin inmesi, Allâh’ın emriyle meleklerin inmesidir. İmam el-İzz bin Abdusselâm, İmâm Dehlen, İmâm En-Nesâi ve diğer hadis âlimlerinin rivayet ettiği hadisler de bu durumu açıklığa kavuşturmaktadır.
YÜCE ALLAH HİÇBİR ŞEYE BENZEMEZ! NOKSAN SIFATLARDAN ONU TENZİH EDERİZ.
Burada kesin olarak bilinmelidir ki; Yüce Rabb’imiz, inmekten, çıkmaktan, hareketten, durgunluktan, intikalden, bir hâlden diğerine geçmekten ve değişmekten münezzehtir. Çünkü saydığımız sıfatların tamamı yaratılmışlara mahsustur. Allâh ise hiçbir şeye benzemez; gökte değildir, Arş’ın üzerinde de değildir. Allâh, mekândan münezzehtir; mekânsız olarak mukaddes varlığını sürdürür. İmam Ali’nin buyruğu gibi: “Mekanlar yok iken Allah vardı. O mekanları yarattıktan sonra yine mekânsız olarak vardır.”

MÜŞEBBİHE, MÜCESSİME VE YANLIŞ İNANÇTA OLAN İBNİ TEYMİYE’NİN BATIL GÖRÜŞLERİ
Maalesef günümüzde, Selefi olduğunu iddia eden müşebbihe ve mücessime inancındaki topluluk, müteşâbih ayetlerden olan Et-Taha Suresi 5. ayetini “Rahman arşa istiva (hükmetti) etti” şeklinde değil de “Rahman arşa istiva (oturdu, yerleşti) etti” diye açıklamış, böylece Allâh’a mekan nisbet etmişlerdir.
Bunun yanı sıra, müşebbiheler ve mücessimeler; nüzul hadisini ve Berât gecesi ile ilgili hadisleri, Kur’ân ve hadislerle çelişen birçok görüşü olan İbnî Teymiyye gibi “Allâh her gece, gecenin son üçte bir vaktinde, dünya semasına zatıyla iner ve seslenir …” şeklinde yorumlamışlardır.
İbnî Teymiyye’nin batıl olan görüşüne göre, “Muvafakatu sarihi’l-ma’kul li sahihi’l-menkul” adlı eserinin 2. cildinin 26. sayfasında şöyle denilmiştir:
“…Çünkü Hayy ve Kayyum (yani Allâh), dilediğini yapar; dilerse hareket eder, dilerse (yükseklikten aşağıya doğru) iner ve (aşağıdan yukarıya doğru) yükselir; dilerse kalkar ve oturur.”
Bu görüş, insanı iman dairesinden çıkaran batıl bir inançtır.
Ayrıca, İbnî Teymiyye, bir gün minberde nüzul hadisini açıklarken, minberden aşağı inerek:
“Ey cemaat, Allâh’ta her gece, gecenin üçte bir vaktinde, oturduğu arştan, benim minberden indiğim gibi bizatihi iner ve insanlara seslenir.”
diye ifade etmiştir. Bu görüş, tevhid ve tenzih inancına tamamen aykırıdır.
Kendisi ayrıca “Fetaval Kübra” adlı eserinde; Allâh’ın kelâm sıfatını yaratılmışlara benzeterek;
“Allâh, harf ve ses ile kelam eder; dilediği vakitte konuşur, dilediği vakitte susar.”
demiştir.
Dinimize ve Allâh’ın sıfatlarına aykırı bu görüşler, küfrün açık delillerindendir.
İbnî Teymiyye’nin, Allah’ın kelâm sıfatı ile ilgili bozuk inancına karşılık, büyük alim İmam Ebu Hanife, “El-Fıkhul Ekbar” adlı eserinde şöyle buyurmuştur:
“Allâh’ın kelâmının başlangıcı ve sonu yoktur. Allâh kelam eder ama bizim kelâmımıza benzemez. Biz harflerle, sesle ve lügat (Türkçe, Arapça, Farsça) ile konuşuruz; Allâh’ın kelâmı ise harf, ses ve lugatla değildir.”
MÜŞEBBİHE, MÜCESSİME VE TEYMİYE’YE GÖRE ALLAH HER GECE ARŞTAN DÜNYA SEMASINA İNİP ÇIKIYOR, HAŞA!
Nüzul hadisini kendi yanlış inançlarına göre yorumlayan Vehhabiler ve İbnî Teymiyye’ye göre, Allâh, her gece dünya semasına inip çıkmaktadır. Dünyadaki ülkeler arasındaki saat farkları, gecelerin farklı vakitlere denk gelmesi; bir yerde gece olurken başka bir yerde öğlen, ikindi veya akşam yaşanması gibi hususlar, hadiste belirtilen “gecenin son üçte bir vakti”nin her an yeryüzünün farklı bir noktasına denk gelebileceği şeklinde yorumlanmaktadır.
Buna göre, onların batıl inancına göre; Allah, Arş ile dünya arasında sürekli inip çıkmaktadır. Bir ülkede gecenin son üçte biri yaşandığında, Allâh o ülkenin yakın semasına iner; ardından boşluk oluşunca tekrar Arş’a çıkar; hemen ardından başka bir ülkenin semasına iner.
Oysa, hareket etmek, bir halden başka bir hale geçmektir. Hareket eden varlık, hareket etmeden önce belirli bir hâlde bulunur. Hareketle birlikte bu hâl değişir ve yeni bir hâle geçer. Ancak, varoluşun ezeli ve ebedi olan Allah’a, yaratılmışlara has bu değişkenlik asla isnat edilemez. Çünkü yaratılmış olan, kesinlikle ilah olamaz.
BERÂT GECESİNİ NASIL İHYA ETMELİYİZ?
Değerli Müslümanlar; bu mübarek gecede kendimiz ve tüm Müslümanlar için çokça dua edelim. Hadiste geçtiği gibi:
“Şaban ayının onbeşi (Berât gecesi) gelince; gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçiriniz. Şüphesiz ki, Allâh’ın emriyle bir melek, o gece güneşin batmasıyla dünya semasına iner ve şöyle nida eder: ‘Allâh’tan af dileyen yok mu? Allâh onu affetsin! Rızık isteyen yok mu? Allâh ona rızık versin! Şifa dileyen yok mu? Allâh ona şifa versin!’”
Efendimiz’in ﷺ “Berât gecesini ihyâ ediniz” sözünün manası, “bu geceyi hayırlarla geçiriniz” demektir. Yani, kaza namazları olanlar kaza namazlarıyla, kaza namazı olmayanlar ise nafile namazlarla meşgul olmalıdır. Nitekim Efendimiz ﷺ, bir hadis-i şerif’te şöyle buyurmuştur:
“Farzlardan sonra en faziletli namaz gece namazıdır.”
Ayrıca, ister bu mübarek gecede ister başka gecelerde olsun, Allâh’ı zikretmek mü’min kula büyük sevap kazandırır ve fayda sağlar. Allâh’ı zikretmek kalpleri yumuşatır, nefisleri temizler. Keza tövbe etmek de Müslüman’a fazilet kazandırır; çünkü günahlardan derhal tövbe etmek farzdır. Tövbe, Allâh’ın rızasına ulaşmak için atılacak ilk adımdır.
Peygamber Efendimiz ﷺ şöyle buyurmuştur:
“Günahından tövbe eden kimse, günahı işlememiş gibidir.”
(İmâm Beyhakî)
BU GECEDE NASIL DUA YAPILIR?
Bu mübarek gecelerde yapılan duaların kabulü, yalnızca bizim niyetimizle sınırlı değildir. Ayetlerde dua edilmesinin önemi vurgulanmıştır. Dualarımız kabul olmasa bile, yaptığımız hayırlı duanın sevabı mutlaka bizlere nasip olur. Kabul edilirse, Allah’a şükür ederiz. Bu gece, özellikle çokça tövbe ve istiğfar etmeliyiz. Gibi mübarek gecelerde, bereketiyle Yüce Allah’a günahlarımızdan dolayı bağışlanmak için niyazda bulunmalıyız.
Dua, içten, tevazu ile ve yalvararak yapılmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır:
“Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.”
(A’râf, 7/55)
Peki, Allâh’a nasıl dua etmeliyiz? Tabii ki, O’nun razı olduğu şekilde dua etmek gerekmektedir. Kişi, hayırlı olan, dine muvafık duaları yapabilir. Örneğin:
“Allah’ım, beni cehennem azabından koru, cenneti nasip eyle, rızkımı arttır, günahlarımı affet, hastalıklarıma şifa ver, kazalardan ve belalardan beni muhafaza eyle.”
olarak dua edilebilir.
Ayrıca, bu mübarek geceyle ilgili bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“إن الله يغفر لجميع خلقه ليلة النصف من شعبان إلا لمشرك أو مشاحن”
Anlamı: “Allah Teâlâ, o gece (Şaban ayının 15. Gecesi) Müslüman kardeşine kin ve nefret besleyenleri ve küfür işleyenleri affetmeyecektir.”
Bu hadise göre, bir Müslüman, başka bir Müslüman’a kin ve nefret besliyor ya da aralarında kul hakkı varsa, bu hadiste belirtilen günahların bağışlanmasına nail olamaz. Dolayısıyla, Şaban ayının 15. gecesi gelmeden önce, kime haksızlık yapıldıysa helallik alınmalı ya da varsa kul hakkı helal edilmelidir; böylece, Berât gecesinde, günahları bağışlanacak kullardan olunmuş olur.
BU GECEDE YAPILAN, ANCAK DOĞRU OLMAYAN DUALAR NELERDİR?
Dua edebilmek için ilim şarttır; çünkü yapılan dua, Allâh’ın dinine uygun olmalıdır. Bazı kişiler, Berât gecesine özel dua ederken, dinimize aykırı ifadeler kullanmaktadır. Örneğin:
“Allah’ım! Şayet beni Levh-i Mahfuz’da şaki (kâfir) olan kimselerden yazmışsan, yazını sil, değiştir ve beni saidlerden (Müslümanlardan) yaz.”
Ya da:
“Allah’ım! Şayet beni rızkı az olup mahrum olanlardan yazdıysan, sil ve rızkımı bollaştır.”
Bu ve benzeri batıl duaların senedi, ne Ömer Efendimiz’den ne de Mücâhid’den sahih senedle rivayet edilmiştir. Unutulmamalıdır ki, Allâh’ın dilemesi, takdiri, kaderi; dua edenin, sadaka verenin ya da başka hayırlı amellerin yerini asla değiştirmez.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır:
“مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ”
(Allâh’ın takdiri değişmez.)
Buna göre, Allâh’ın dilemiş olduğu kesinlikle gerçekleşir; dilemediği ise var olmaz.
Peygamber Efendimiz ﷺ de şöyle buyurmuştur:
“Rabbimden üç şey niyaz ettim. İkisini kabul etti, birini ise kabul etmedi. Allâh, ‘Ey Muhammed, ben bir şeyi dilemişsem, dilediğim kesinlikle değişmez’ buyurmuştur.”
Dolayısıyla, “Allah’ım, yazdığın yazıyı boz, değiştir” gibi dualar edilemez.

HAZRETİ EBU BEKİR EFENDİMİZE NİSBET EDİLEN, ANCAK KUR’ANA AYKIRI OLAN DUA HANGİSİDİR?
Bazı kimselerin dilinde dolaşan ve İmâm Ebu Bekir efendimize nisbet edilen, dinimize aykırı söylemlerden Müslümanları sakındırmak gerekmektedir.
Bunlardan biri de, Ebu Bekir efendimizin çok şefkatli olduğunu anlatmak için kullanılan şu ifadedir:
“Allah’ım! Bedenimi öyle büyüt ki, benden başka hiç kimse Cehennem’e girmesin.”
Bu söz, Yüce Allâh’ın takdirinin değiştirilmesi talebinde bulunmakta olup, Kur’ân’da bildirilen ve Peygamber Efendimizin tebliğ ettiği İslâm inancına aykırıdır.
İman ile küfür arasında ayrım yapan bu söylemi, Ebu Bekir efendimize nisbet etmekten, Allâh’ın rahmetine sığınırız.
Cennet ile müjdelenmiş bu sahâbiye, nasıl olur da Allâh-u Teâlâ’nın “Andolsun ki, Cehennemi insan ve cinlerle dolduracağım” ifadesine zıt, muhalif söz söyleyebilir?
Allâh, kâfirlerin kesinlikle Cehennem’e gireceğini bildirmiştir; yine de “cehenneme benden başka kimse girmesin” demek, Allâh’a karşı gelmektir.
Ayrıca, bazı ayetlerde günahkâr Müslümanların Cehennem azabını tadacağı zikredilir. Peygamber Efendimiz ﷺ de, bazı günahkâr Müslümanların Cehennem’e gireceğini bildirmiştir.
Bir Müslümanın asla Cehennem’i talep etmesi uygun değildir. Çünkü, Peygamber Efendimiz ﷺ, cehennemden korunma ile ilgili dualar öğretmiştir.
Bu delillerden sonra, Allâh’tan takdirini değiştirmesi talep edilmesi doğru değildir.
DUA KADERİ DEĞİŞTİRMEZ! ALLÂH LEVHİL MAHFUZ’DA YAZDIĞINI BOZMAZ! YAZISI DEĞİŞMEZ!
Ayetlere ve hadis kaynaklarına göre, dua kaderi değiştirmez.
Eğer dua kaderi değiştiriyor olsaydı, Allâh en sevidiği kul olan Muhammed (aleyhisselam) için bile değişiklik yapardı.
Peygamber Efendimiz ﷺ, “Rabbimden üç şey niyaz ettim. İkisini kabul etti, birini ise kabul etmedi” demiştir.
Rabbimiz de, “Ey Muhammed, ben bir şeyi dilemişsem, dilediğim kesinlikle değişmez” buyurmuştur.
Dolayısıyla, Rabbimizin Levh-i Mahfuz’da yazdığı kader asla değişmez.
Yüce Allâh, geleceği bildiği için yaratmış olduğu kaleme emretmiş ve kıyamete kadar bu dünyada hasıl olacak her şeyi Levh-i Mahfuz’a yazmıştır.
Allâh, yaratılmışlara benzemediği gibi, takdir ettiği ve vaad ettiği kesinlikle gerçekleşecektir.
Değişkenlik, yaratılmışların alametidir; bizim dileklerimiz değişebilir.
Ancak Yüce Allâh, zatı ve sıfatlarıyla ezeli ve ebedidir; dilediği, takdir ettiği kesinlikle olur, dilemediği asla olmaz.
Dolayısıyla, kader değişmesi imkansızdır.
Dua da kaderin bir parçasıdır. Allâh, kullarının dua edip etmeyeceğini ezelden bildiği için, kaderlerini de ona göre tayin etmiştir.
Kullar, kaderde ne yazılı olduğunu bilmediklerinden, sebeplere sarılarak dualarını kesmemelidirler.
Çünkü dua da bir ibadettir; dua edildiğinde, eğer kabul olmasa bile sevap kazandırır.
Nasıl ki, kulun rızkı artmasa da, kendi çabasıyla rızkı için uğraşması gerektiği söyleniyorsa;
Peygamber Efendimiz ﷺ, “Bineğini önce bağla, sonra Allâh’a emanet et” buyurmuştur.
Dolayısıyla, dua ederken, kulların dua edip etmediği ve duasının kabul olup olmadığının kaderde yazılı olduğunu unutmamaları gerekir.
Ayrıca, “Sadaka ömrü uzatır” sözü de dua konusu gibidir.
Allâh, kullarının sadaka verip vermeyeceğini bildiği için, onlara uygun bir ömür takdir etmiştir.
Bizler, verilen ömürden haberdar olmadığımız için, sadaka verir ve Allâh’a tevekkül ederiz.
İşte bu, kader-i muallak kavramıyla ilgilidir; melekler, sahifelerinde yazılı neticeyi ancak vaktinde görebilirler.
PEKİ KISACA KADERDEN BAHSEDELİM. KADER NEDİR?
Allâh’u Te’âlâ, Ra’d Suresi 16. ayetinde şöyle buyurur:
“قُلِ اللهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ”
(“Allâh, her şeyi yaratandır.”)
Ayrıca, Saffêt Suresi 96. ayetinde de:
“واللهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ”
(“Allâh sizi ve yaptıklarınızı yarattı.”)
demektedir.
Ayet ve hadislerden de anlaşılacağı üzere, her şey bir kader ile yaratılmıştır. Dolayısıyla, kader dışında hiçbir olay veya durum meydana gelemez. Küfür, iman, iyilik, kötülük, ibadet, günah, ecel, ömür, hastalık, sağlık… her şey kaderde tayin edilmiştir.
Bir karıncanın yürüyeceği yön, adım sayısı hatta bir yaprağın nerede ne zaman düşeceği bile kader dâhilindedir.
Bu, Allâh’ın ilim sıfatıyla açıklanabilir.
Yüce Allâh, kullarını yaratırken, onların gelecekte neyi seçip neyden vazgeçeceklerini bildiği için, bunu takdir etmiş ve Levh-i Mahfuz’da kaleme yazdırmıştır.
Allâh, ezelden itibaren ilmiyle her şeyi takdir etmiştir.
Ancak bu, kulun “O zaman neden dünyaya yollandık ki?” sorusuna sebep olmamalıdır.
Her şeyin bir hikmeti vardır. Eğer Allâh, kullarını dünyaya yollamadan doğrudan cennete ve cehenneme koysaydı, kâfirler “Ben bunları yapmadım ki, Allâh’ım” derdi.
Böylece, kulun hiçbir bahanesi kalmazdı. İşte bu, hikmetlerden biridir.
Ayrıca, Allâh’ın her şeyi önceden yazmış olması, kulun fiillerinde mecburiyet bulunduğu anlamına gelmez.
Cebriye görüşü, “Kul, havada asılı olan yaprak gibidir; hangi tarafa rüzgâr eserse o tarafa gider” şeklindeki anlayışa kapılmamalıdır.
Kul, kendi iradesiyle kötüyü veya iyiyi seçmektedir.
Ancak Allâh, kullarının iradesini de en yüce şekilde bilmekte ve takdir etmektedir.
Bu da, kader inancının temelini oluşturur.
Allâh, kullarının fiillerini yaratan ve takdir eden tek varlıktır.
Kullar, sadece kendi iradeleriyle hareket ederler; fiilin gerçekleşmesi ise, Allâh’ın o anda yaratmasıyla olur.
Peygamber Efendimiz ﷺ, “Kul, nefsinin kesb ettiği faydalı amellerden faydalanır; kesb ettiği kötü ameller ise ona zarar verir” (Bakara Suresi 286. ayet) buyurmuştur.
KURÂN-I KERİM: BERÂT GECESİNDE DEĞİL, KADİR GECESİNDE İNDİRİLMİŞTİR!

Ayrıca, Kur’ân-ı Kerîm’in indirilişinin Kadir Gecesi’nde olup, Berât gecesinde olmadığını da beyan etmemiz gerekir.
Çünkü Allâh-u Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur:
“إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ”
(“Biz Kur’ân’ı Kadir Gecesi’nde indirdik.”)
BERÂT GECESİ İLE İLGİLİ YANLIŞLIKLARDAN BİRİSİ DE ŞUDUR!
Berât gecesi ile ilgili yanlış anlatılan konulardan biri de şöyledir:
Bazıları, Berât Gecesi’nde, Allâh-u Teâlâ’nın bazı meleklere, bir yıl içerisinde dünyada hasıl olacak olan; kim ölecek, kim doğacak, kim fakir olacak, kim Sıla-i Rahim yapacak, kim zengin olacak, felaketler ve afetler gibi hususları bildirdiğini iddia etmektedir.
Ancak, burada beyan edilen; bir yıl içinde hasıl olacak olanların meleklere bildirilmesi olayı, Kadir Gecesi’nde gerçekleşmektedir.
Berât gecesi değil!
Kur’ân-ı Kerîm’de, Duhân Suresi’nin manasında şöyle ifade edilmektedir:
“Gerçekten biz, mübarek bir gecede (Kadir gecesi) Kur’ân’ı indirdik. Çünkü biz, Kur’ân’ın hükümleri ile hakikatten yüz çevirenleri uyarırız. Her hikmetli iş o mübarek gecede ayırt edilir.”
Bu ayeti, Kur’ân’ın tercümanı lakabıyla meşhur olan sahâbi İbn-i Abbâs (radıyallâhu anhu) tefsir etmiş ve “Yani bir Kadir gecesinden sonraki Kadir gecesine kadar, bir yıl içerisinde dünyada hasıl olacak bazı işler, bazı meleklere bildirilir” şeklinde açıklamıştır.