Miraç Ayı

İmâm Muslim’in rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf ’te Allâh’ın Rasûlü صلى الله عليه وسلم İsrâ’ ve Mi’râc
hadîsinde meâlen şöyle buyuruyor: “Sonra Cebrâil Aleyhisselâm bizi semaya yükseltti.
Cebrâil, semanın kapısını çaldı.

  • ‘Sen kimsin?’ denildi.
  • ‘Ben Cebrâil’ dedi.
  • ‘Yanında kim var?’ denildi.
  • ‘Muhammed’ dedi.
  • ‘Mi’râc’a çağırıldı mı ?’ diye sordular.
  • ‘Evet’ dedi.
    Bize kapı açıldı ve Âdem Aleyhisselâm’ı gördüm. Benimle merhabalaştıktan sonra bana
    hayır ile dua etti.

Sonra Cebrâil bizi ikinci semaya yükseltti. Cebrâil, semanın kapısını çaldı.

  • ‘Sen kimsin?’ denildi.
  • ‘Ben Cebrâil’ dedi.
  • ‘Yanında kim var?’ denildi.
  • ‘Muhammed’ dedi.
  • ‘Mi’râc’a çağırıldı mı?’ diye sordular.
  • ‘Evet’ dedi.
    Bize kapı açıldı, teyze oğulları olan Meryem’in oğlu Îsâ ve Zekeriyyâ’nin oğlu Yahyâ’yı
    gördüm. Benimle merhabalaştıktan sonra bana hayır ile dua ettiler.
    Sonra Cebrâil bizi üçüncü semaya yükseltti. Cebrâil, semanın kapısını çaldı.
  • ‘Sen kimsin?’ denildi.
  • ‘Ben Cebrâil’ dedi.
  • ‘Yanında kim var?’ denildi.
  • ‘Muhammed’ dedi.
  • ‘Mi’râc’a çağırıldı mı?’diye sordular.
  • ‘Evet’ dedi.
    Bize kapı açıldı, Yûsuf Aleyhisselâm’ı gördüm. Benimle merhabalaştıktan sonra bana
    hayır ile dua etti.
    Sonra Cebrâil bizi dördüncü semaya yükseltti. Cebrâil, semanın kapısını çaldı.
  • ‘Sen kimsin?’ denildi.
  • ‘Ben Cebrâil’ dedi.
  • ‘Yanında kim var?’ denildi.
  • ‘Muhammed’ dedi.
  • ‘Mi’râc’a çağırıldı mı?’ diye sordular.
  • ‘Evet’ dedi.
    Bize kapı açıldı, İdrîs Aleyhisselâm’ı gördüm. Benimle merhabalaştıktan sonra bana hayır
    ile dua etti.

Allâh-u Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de Meryem Sûresi’nin 57. Âyet-i Kerîmesi’nde şöyle
buyuruyor

Allâh-u Teâlâ bu Âyet-i Kerîme’de İdris Peygamberimiz’i değerli ve yüksek bir yere
yükselttiğini bildiriyor.

Sonra Cebrâil bizi beşinci semaya yükseltti. Cebrâil, semanın kapısını çaldı.

  • ‘Sen kimsin?’ denildi.
  • ‘Ben Cebrâil’ dedi.
  • ‘Yanında kim var?’ denildi.
  • ‘Muhammed’ dedi.
    -‘Mi’râc’a çağırıldı mı?’ diye sordular.
  • ‘Evet’ dedi.
    Bize kapı açıldı, Hârûn Aleyhisselâm’ı gördüm. Benimle merhabalaştıktan sonra bana
    hayır ile dua etti.
    Sonra Cebrâil bizi altıncı semaya yükseltti. Cebrâil, semanın kapısını çaldı.
    -‘Sen kimsin?’ denildi.
    -‘Ben Cebrâil’ dedi.
    -‘Yanında kim var?’ denildi.
    -‘Muhammed’ dedi.
  • ‘Mi’râc’a çağırıldı mı?’ diye sordular.
    -‘Evet’ dedi.
    Bize kapı açıldı, Mûsâ Aleyhisselâm’ı gördüm. Benimle merhabalaştıktan sonra bana hayır
    ile dua etti.
    Sonra Cebrâil bizi yedinci semaya yükseltti. Cebrâil, semanın kapısını çaldı.
    -‘Sen kimsin?’ denildi.
    -‘Ben Cebrâil’ dedi.
    -‘Yanında kim var?’ denildi.
    -‘Muhammed’ dedi.
  • ‘Mi’râc’a çağırıldı mı ?’ diye sordular.
    -‘Evet’ dedi.
    Bize kapı açıldı, İbrâhîm Aleyhisselâm’ı sırtını Beytü’l Mamur’a dayalı olarak gördüm.
    Beytü’l Mamur’a her gün bir daha geri dönmeksizin 70 000 melek girip çıkmaktadır.

Sonra beni Sidratü’l Münteha’ya götürdü. Yaprakları filin kulakları, meyveleri ise büyük
bir fıçı (testi) kadar idi. Allâh-u Teâlâ, onu o kadar güzel yaratmıştır ki hiç kimse onu
vasfedemez.
Allâh-u Teâlâ bana vahyedip üzerime gece ve gündüz olmak üzere günde 50 vakit namaz
farz kıldı. Mûsâ’ya indim. Bana:
-‘Rabbin ümmetine ne farz kıldı?’ diye sordu.

  • ‘50 vakit namaz’ dedim. Mûsâ bana:
  • ‘Rabbinin Kelâmı’nı işittiğin yere dön ve farzları hafifletmesi için O’na dua et, çünkü
    senin ümmetin bunu yapamaz. Ben, Beni İsrail’i denedim’ dedi.
    Ben de Rabbim’e döndüm ve: ”Ey Rabbim! Ümmetimin üzerinden hafiflet” diye dua
    ettim. Benden beş vakit indirdi. Tekrar Mûsâ’ya döndüm. O’na üzerimden beş vakit
    indirdiğini söyledim.
  • ‘Ümmetin bunu yapamaz, Rabbine dön hafifletmesi için dua et’ dedi.
    Allâh’ın Rasûlü: ”Zamandan ve mekândan münezzeh olan Allâh-u Teâlâ (hiçbir şeye
    benzemeyen Allâh’ın Kelâmını işittiği yer) ile Mûsâ arasında gidip geliyordum. Tâ ki Allâh-u
    Teâlâ bana dedi ki:
    -‘Ey Muhammed! Her gece ve gündüzünde beş vakit namaz farz kılındı. Her namaz için
    on vakit sevabı vardır. Onun için beş vakit kılan için 50 vakit sevabı vardır.Ve her kim
    kalbinden bir iyilik yapmayı geçirir ve yapmazsa bile ona bir sevap yazılır. Eğer o iyiliği
    yaparsa ona on sevap yazılır. Ve her kim kalbinden bir günah yapmayı geçirir ve yapmazsa
    ona bir sevap yazılır. Eğer o günahı yaparsa ona bir günah yazılır.’
    Mûsâ’nın yanına gelinceye kadar indim ve onu olanlardan haberdar ettim.
    -‘Rabbi’ne dön hafifletmesi için dua et’ dedi.
    -‘Allâh’tan daha fazla istemeye utanıncaya kadar döndüm’ dedim.”
    Mi’râc’tan kasıt, Allâh’ın Rasûlü’nün ulvi âlemdeki ilginç olan şeyleri görmekle
    şereflendirilmesi ve derecesinin yükseltilmesidir

Peygamber Efendimizin Mi’râcda Görmüş Olduğu İlginç Olaylardan Bazıları:
1- Cehennem bekçisi Mâlik:
Peygamber Efendimiz’in bu gecede gördüğü acayip şeylerden biri de Cehennem’in bekçisi
Mâlik’tir. Peygamber Efendimiz’in yüzüne hiç gülmedi. Peygamber Efendimiz, Cebrâil’e:

  • “Neden diğerleri gibi yüzüme gülmedi” diye sordu. Cebrâil:
  • “Allâh-u Teâlâ onu yarattığından beri hiç kimseye gülmedi. Eğer birine gülecek olsaydı
    sana gülerdi” dedi
    2-Beytü’l Ma’mur:
    Yedinci semada Beytü’l Ma’mur’u gördü. O müşerref bir evdir. Gökteki melekler için
    yerdekilerin Kâbe’si gibidir. Her gün 70.000 melek oraya girip namaz kılar ve bir daha geri
    dönmemek üzere çıkar.
    Melekler nurdan yaratılmışlardır. Ne erkek ne de dişidirler.Yemezler, içmezler, evlenmezler,
    Allâh’ın emirlerine asla karşı gelmezler, Allâh’ın emrettiklerini yaparlar. Onların sayısını
    Allâh’tan başka hiç kimse bilmez.
    3- Sidratü’l Münteha:
    O büyük bir ağaçtır. O kadar güzeldir ki, güzelliğini, Allâh’ın yarattığı hiç kimse
    anlatamaz. Etrafını altından kelebekler doldurmuştur. Gövdesi 6. semada olup 7. semaya
    kadar ulaşır. Peygamber Efendimiz onu 7. semada görmüştür.
    4- Cennet:
    Yedi semanın üstündedir. Allâh-u Teâlâ, Cennet’te salih kulları için, hiçbir gözün
    görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin hayal dahi edemediği nimetler
    hazırlamıştır. Müslüman olarak ölen herkes Cennet’e girecektir.
    İmâm Muslim’in rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf ’te Peygamber Efendimiz Cennet ehlinin
    Cennet’e girdikten sonraki hallerinden bize şöyle haber vermiştir: ”Cennet’ten bir ses (bir
    meleğin sesi) şöyle der: ‘Ey Cennetin ehli! Her zaman sıhhatli kalacaksınız, hiç
    hastalanmayacaksınız, yaşayacaksınız hiç ölmeyeceksiniz, genç bir halde kalacaksınız hiç
    yaşlanmayacaksınız nimetlerin tadını çıkaracaksınız hiç üzüntüye kapılmayacaksınız.’
    5-Arş:
    Sonra Peygamberimiz Aleyhisselâm yaratılmışların en büyüğü olan Arş-ı Âlâ’yı gördü.
    Etrafı meleklerle doluydu. Bu meleklerin sayısını Allâh-u Teâlâ’dan başka hiç kimse bilmez.
    Karyola gibi ayakları vardır. Onu 4 tane büyük melek taşır. Kıyamet Günü’nde bu meleklerin
    sayısı 8 tane olacaktır.

Allâh’ın Rasûlü, bu meleklerin her birinin kulak memesi ile omuzu arasındaki mesafenin
çok hızlı uçan bir kuşun uçuşuyla 700 yıllık mesafe olduğunu bildirdi. Kürsü’nün Arş’ın
yanındaki büyüklüğü ise çöle atılmış küçük halka kadardır.
Peygamber Efendimiz bir Hadîs-i Şerîf ’inde şöyle buyuruyor:
“Yedi kat gök, Kürsü’nün yanında çöle atılmış küçük bir halka kadardır.
Arş’ın, Kürsü’nün yanındaki büyüklüğü, çölün halkaya olan büyüklüğü kadardır.”
Arş, sudan sonra Allâh’ın yarattığı ilk şeydir. ,Ondan sonra Kalemu’l A‘lâ, sonra Levh-i
Mafuz’u yarattı. Allâh-u Teâlâ, daha sonra Kalemu’l A‘lâ’nın Levh-i Mafuz’a Kıyamet’e
kadar olacak şeyleri yazdı. Bundan 50000 sene sonra gökleri ve yerleri yarattı.
İmâm Ebû Mansûr El-Bağdâdî
”El-Farku Beynel Firak” adlı kitabında rivâyet ettiğine göre İmâm Ali Radiyallâhu Anh
şöyle buyurdu: ”Allâh, Arş’ı, kudretini göstermek için yaratmıştır. Kendisine mekân edinmek
için değil.”
Allâh’ın, Arş’ın üzerinde oturduğuna itikad eden kişi küfre düşer. Çünkü Allâh, hiçbir şeye
benzemez ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allâh mekânsız mevcuttur.
6-Peygamber Efendimiz’in kalem seslerinin duyulduğu yere ulaşması:
Peygamber Efendimiz, Sidratu’l Münteha’dan sonra Cebrâil’den ayrıldı. Öyle bir yere
ulaştı ki Meleklerin defterlerine yazarken kalemlerinden çıkan sesleri duydu. Melekler
defterlerine Levh-i Mafuz’dan aldıkları hususları yazıyorlardı.
7-Peygamber Efendimiz’in Allâh’ın ezeli ve ebedi olan Kelâm’ını duyması:
Hak yolda olan âlimler buyurdular ki, Allâh-u Teâlâ’ nın Kelâm sıfatı keyfiyetsizdir. O’nun
Kelâm’ı başlangıcı ve sonu olan kelamımız gibi değildir. Bütün noksan sıfatlardan münezzeh
olan Allâh-u Teâlâ’nın Kelâm’ı ses, harf ve lügat ile değildir. Bunun içindir ki, Peygamber
Efendimiz, Allâh-u Teâlâ’nın ezelî olan Kelâm’ını, ses veya harf olmadan kulağın içine
girmemiş olarak duyduğuna itikad ediyoruz.
O mübarek gecede, Allâh-u Teâlâ, Peygamber Efendimiz’in, ezelî, ebedî olan ve
yaratılmışların kelâmına benzemeyen Allâh-u Teâlâ’nın Kelâm’ını duyması için, engel olan
manevi perdeyi kaldırmıştır.
Allâh-u Teâlâ Kudreti’yle Sidratu’l Münteha’nın üstünde bir yerde Kelâm’ını Ona
(Peygamberimiz’e) duyurmuştur.
Çünkü orası sadece meleklerin Allâh’a ibadet ettikleri ve Allâh-u Teâlâ’ya karşı asla günah
işlenmediği bir yerdir. Fakat doğruların anlatılmadığı bazı kitaplarda bu yerin sonunda
Allâh’ın bulunduğunu iddia edilmektedir. Bu kesinlikle doğru değildir. Çünkü Allâh-u Teâlâ
mekânsızdır.

Peygamber Efendimiz Allah’ın Kelâmı’ndan ne anladı?.
Peygamber Efendimiz, Allâh-u Teâlâ’nın Zâtî Kelâm’ından beş vakit farz namazı anladı.

8-Peygamber Efendimiz’in, Allâh-u Teâlâ’yı baştaki gözüyle değil kalp gözüyle görmesi:
Allâh-u Teâlâ’nın, Peygamberine Mi’râc gecesinde ikram ettiği şeylerden biri de
Peygamber’inin kalbindeki manevi perdeyi kaldırmasıdır. Bundan dolayı Peygamber
Efendimiz kalp gözüyle Allâh’ı görmüştür. Yani Allâh-u Teâlâ, Peygamber Efendimiz’in
kalbine görme gücü yarattı.
Çünkü Allâh-u Teâlâ, fani olan gözle görünmez. Peygamber Efendimiz bir Hadîs-i
Şerîf ’inde meâlen şöyle buyuruyor: “Biliniz ki, ölmeden Allâh-u Teâlâ’yı göremeyeceksiniz.”
Ancak Allâh, Âhiret’te baki olan ve fâni olmayan gözle görünür. Allâh-u Teâlâ’ya ve
Rasûlü’ne iman edenler, hiçbir şeye benzemeyen Allâh’ı görürler.
İmâm Buhârî ve başkalarının rivâyet ettikleri bir Hadîs-i Şerîf ’te Peygamber Efendimiz
meâlen şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki, Kıyâmet Günü’nde, dolunayı gördüğünüz gibi
Allâh-u Teâlâ’yı göreceksiniz; O’nu gördüğünüzde şek ve şüpheniz olmayacaktır.”
Allâh-u Teâlâ görüldüğünde de şek ve şüphe olmadan o olduğu bilinir.

9-Peygamber Efendimiz’in, Cebrâil’i gerçek sûretinde görmesi:
Peygamber Efendimiz’in, Cebrâil’i gerçek sûretinde ilk defa Mekke’de görmüştür. O’nu
görünce bayıldı. Ama bu mübarek gecede tekrar gerçek sûretinde bir defa daha görmüştür.
Ancak bu sefer bayılmamıştır. Çünkü ona alışmış ve kuvvetlenmiştir.

Peygamber Efendimiz Mi’râc’tan Döndükten Sonra Ne Oldu?
Bazı âlimler olayı şöyle anlattılar:
Peygamber Efendimiz’in Mekke’den Mescid-i Aksa’ya gitmesi, oradan semalara yükselmesi
ve Mekke’ye geri dönmesi yaklaşık olarak gecenin üçte biri kadar olan bir vakitte geçmiştir.
İlk önce Ummu Hâni’e’ye anlatmıştır.
Daha sonra kâfirlere anlatmıştır ama kâfirler Efendimiz’e inanmayıp Onunla alay
etmişlerdir. Kureyş’ten bir takım insan hazırlanıp Ebû Bekir’e gittiler. Ona dediler ki:
-“Arkadaşının ne dediğini biliyor musun? Aynı gecede Mekke’den Mescid-i Aksa’ya
gittiğini ve oradan geri döndüğünü iddia ediyor.” Ebu Bekir onlara:

  • “Böyle mi dedi?”diye sordu.
  • “Evet” dediler.
  • “Şahadet ederim ki, böyle söylemişse doğru söylüyor.”
  • “Bir gecede Şam’a kadar gidip ve sabah olmadan Mekke’ye döndüğünü doğruluyor
    musun? “diye sordular.
    –“Evet, ben O’nun daha uzaklardan getirdiği haberlere de inanıyorum, göklerden getirdiği
    haberlere de inanıyorum” dedi.
    Ebû Seleme, Ebû Bekir’in bu olaydan sonra Ebû Bekir Es-Sıddık ile adlandırıldığını
    bildirmiştir.
    Kâfirler, Peygamber Efendimiz’den Mescid-i Akasa’yı vasfetmesini istediler. Çünkü onun
    kavmiyle beraber oralara hiç gitmediğini biliyorlardı. Ebû Cehil kendi kavmini topladı.
    Peygamber Efendimiz onlara gördüklerini anlattı. O taraflara giden ve Mescid-i Aksa’yı
    gören bazıları Allâh’a yemin ederek vasfın doğru olduğunu söylediler.
    UYARI
    Her kim, Allâh-u Teâlâ’nın bir cisim olduğuna, bir mekânda olduğuna ya da Allâh-u
    Teâlâ’nın Zâtıyla Peygamberimiz’e yaklaştığına itikad ederse hemen bu itikaddan vazgeçip
    Şehâdet kelimesini söylesin. Çünkü bunları itikad eden kişi Allâh-u Teâlâ’yı yarattıklarına
    benzetmiş olur ve Kur’ân-ı Kerîm’i yalanlamış olur.

İsrâ’ ve Mi’râc Hakkında Atılan Bazı İftiralar
İsrâ’ ve Mi’rac hadisesinde insanların dilinde ve bazı kitaplarda zikredilen yanlış ifade ve
bilgilerden haberdar etme babında bunları zikredeceğiz.
• Bunlardan birincisi namazdaki Tahiyyat hakkındadır. Tahiyyatın söylendiği gibi
Mi’rac’ta farz kılındığı sözü yanlıştır. Çünkü Tahiyyat duası Mi’râc’tan sonra farz
kılınmıştır.
• Söylenilen yanlışlardan ikincisi ise şudur:
Peygamber Efendimiz Mi’râc’ta iken sıkılmış ve büyük sahabe Ebû Bekr’i özlemiş. Onun
özlemini gidermek için Allâh-u Teâlâ Peygamber Efendimiz’e Ebu Bekr’in sesiyle
seslenmiştir. Bu hadise Allâh’a yakışmayan bir sıfat ve vasıf olduğundan bunu söylemek ve
buna inanmak küfürdür.
• Yanlış olan üçüncü hususlardan birisi de Cebrâil’in vahiy aldığı yerden perdeyi açınca
Peygamber Efendimiz’i orada gördüğü ifadesidir. Cebrâil’in “Vay be vahyi ben senden
burada alıp tekrar sana yeryüzüne indiriyorum” sözü batıl ve küfürdür. Çünkü
Peygamberimiz’i burada İlâh ilan etmiş olunuyor ki bu da İslâm’a ve tevhid inancına
aykırıdır.
• Son olarak da yine Mi’râc’ta geçtiği söylenilen yanlış bir kıssayı anlatalım. Mi’rac’ta
Peygamberimiz ve Cebrâil öyle bir yere gelmişler ki Cebrâil:
-“Ben bundan sonra seninle gelemem; çünkü gelirsem yanarım.”
Bu sözün açıklamasını da şöyle yapmaktadırlar: “Cebrâil nurdur; Allâh daha büyük bir
nurdur. Büyük nur küçük nuru yakacağı için Cebrâil daha yukarıya çıkmak istememiştir.”
Bu söz tamamen Allâh’a ve meleklere atılan bir iftiradır. Buna inanıp iman etmek kişiyi
küfre düşürür.
Halk arasında yaygın olan değersiz, itibarsız kitaplarda bulunan Allâh-u Teâlâ’yı
mekândan tenzîh etmeyen konulardan sakınmalıyız.Bu konularda uyarıcı olmak farzdır.
İnsanları uyarmamız gereken kitaplardan biri de; İbnu Abbas’ın yazmadığı ama ona isnat
ettikleri “Mi’râc Kitabı” adlı kitaptır. Buna benzer kitaplardan da insanları uyarmak farzdır.

Mobil sürümden çık