Âlemlerin Rabbi olan Allâh’a hamd, Peygamberlerin en şereflisi olan Efendimiz Muhammed’e, âlîne ve ashabına salât ve selam olsun.
Allâh-u Teâlâ Kur’ân Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:
(قُل يا أهلَ الكتابِ لا تَغْلُوا في دِينِكُم ولا تَقولُوا على اللهِ إلا الحقّ)
Anlamı: “Ey Ehli Kitap! Dini meselelerde emredilen sınırları aşmayın ve hakkında doğrulardan başka bir şey söylemeyin.”
Değerli Kardeşlerim!
Bu âyette geçen Ehli Kitap’tan maksat, Yahudiler ve Hristiyanlar’dır. Çünkü bunlar kendilerini, sözde Tevrat ve İncil’e nispet ediyorlar. Fakat gerçeğe bakıldığında, bu iki bâtıl din mensupları Tevrat ve İncil’e inanmamışlardır. Bu iki semavi kitaba hakkı ile imân eden, Efendimiz’in Peygamberliğini inkâr etmez. Çünkü bu iki kitapta Peygamber Efendimizin ve ümmetinin vasfı zikredilerek Ona tâbi olunması emrediliyor. Ehli kitaba Allâh’a (ortak koşmamak), kendi Peygamberlerine ve sonra gelecek olan Peygamberlere imân etmeleri emredilmiştir. Çünkü bütün Peygamberler İslâm dinine mensupturlar. Yahudiler sınırları aşıp, Mûsâ Âleyhisselâm’dan sonra sadece 19 Peygamber geleceğini iddia ettiler. Yani bu 19 Peygamberin dışında bütün Peygamberleri yalancılıkla suçladılar. Bu iddianın amacı ise Îsâ Âleyhisselâm ve Muhammed Âleyhisselâm’ı inkâr etmek, yani onlara imân etmemekti. Ve gerçekten de öyle oldu. Îsâ Peygamber İslâm’a davet etmeye başladığında, Yahudiler Ona imân etmek zorunda olmadıklarını iddia ettiler. Aynısını yüzyıllar sonra gelen Muhammed Âleyhisselâm hakkında da dediler.
Hıristiyanlar ise Allâh’ı tevhit etmekle yetinmeyip, Îsâ Âleyhisselâm’ın emirlerini uygulayıp ve Onu sınırları aşmayarak sevmek yerine, Îsâ Âleyhisselâm’a tapmaya başladılar. Fakat Allâh-u Teâlâ bu şirki (yani Allâh’a ortak koşmayı) sevmez ve bundan razı olmaz.
Yahudiler, Üzeyir denilen bir salih kula taptılar, onu Allâh’ın oğlu olarak ilan ettiler. Oysa Allâh-u Teâlâ ne doğdu ne de doğurdu; annesi babası olmadığı gibi çocukları de yoktur. Yahudiler işte bu salih kula tapmakla sınırları aşıp, dalâlete vardılar.
Değerli Kardeşlerim!
Allâh-u Teâlâ yaratılmışların bütün sıfatlardan münezzehtir. Onun Zâtı, sıfatları ve fiilleri, yaratılmışlarınkine benzemez. Kim Allâh-u Teâlâ’yı mahlûkatlarına benzetirse, Allâh-u Teâlâ’ya âsi olmuş olur Şüphesiz ki oğlu olan kimse babalarına benzer, bunlara benzeyen ise, İlâh olamaz. Yani Allâh’ın oğlu var diyen Allâh’a değil kendi hayallerinde tasvir ettiği bir şeye tapmış olup, tevhit inancına zıt gelmiş olur; bunu yapan ise şüphesiz kâfir olmuş olur.
Allâh-u Teâlâ El-Mâideh sûresinde; dinde sınırları aşmamayı emredip, Îsâ Peygamberin Allâh’ın Rasûlü olduğunu ve Allâh’ın yaratılmışlarına benzemediğini bildirmektedir.
Aynı şekilde Efendimiz de dinde sınırları aşmamayı emrediyor. Hac döneminde Arafat’tan ayrılıp, Müzdelife’ye doğru hareket ettikten sonra Abdullâh İbni Abbas’a taşlama görevini yerine getirmek üzere, taş toplamayı emretti. İbni Abbas’ın topladığı her bir taş ise yaklaşık bir fasulye büyüklüğünde idi. Efendimiz ise bu olayı beğenip, taşlamayı bu büyüklükte taşlar ile yapılmasını istedi. Yani bu tür taşlar ile taşlamanın daha faziletli olduğunu bildirdi. Sözlerine devam ederken ise meâlen şöyle buyurdu: “Abartmayın (sınırları aşmayın), çünkü sizden öncekiler abartmaktan (haddi aşmaktan) dolayı helâk oldular.”
Değerli Kardeşlerim!
Bu âyetler ve hadislerden anlaşılıyor ki, dînî meseleleri kafamıza göre değil, dînî kaynaklarda belirtildiği gibi yorumlamamız gerekmektedir. Yahudiler ile Hıristiyanlar kendilerine göre, sevdikleri kullara tapmakla iyi bir şey yaptıklarını zannetmişlerdir. Bunları yüceltmek sevgilerini göstermek istediler fakat sınırları aşıp dalâlete vardılar. Bazı kişiler ise kendilerine göre Efendimizi yüceltmek isterken, “Efendimiz Allâh’ın bildiği her şeyi bilir” gibi ifadeleri kullanarak imândan çıkıp küfre düştüler. Çünkü bu iddia ile Efendimizi Allâh’a benzetmiş olurlar.
Bazı kişiler de kendi hocaları hakkında abartılı ifadeler kullanarak dalâlete düşmektedirler. Örneğin “Hocalarımız her türlü hatadan korunmuşlardır” ifadeleri gibi. Yani hocaları ister dînî, ister dünyevi konularda hatadan korunmuş olduklarına inanmaktadırlar.
Evliyalar bile günahlardan korunmuş değillerdir. Bunlar küfürden korunmuşlardır, fakat yanlış fetvadan veya günahlardan korunmuş değildirler. Hiçbir hoca veya âlim tüm hatalardan korunmuş değildir. Bunu iddia eden ise bu derste zikredilen ”غلو” (Abartmak, sınırları aşmak) meselesine düşmüş olur.
En ilginç inançlardan bir tanesine sahip olanlar ise, hocalarını Peygamber olarak ilan edenlerdir. Allâh-u Teâlâ Kur’ân da, Efendimiz ise hadislerde bildiriyor ki, Muhammed Peygamber son Peygamber’dir ve Ondan sonra yeni bir Peygamber gelmeyecektir. Bu sapıklardan bazıları ise hocalarına Kur’ân dan başka bir kitap indiğini iddia etmekte ve kendilerince namaz kılarken de kıbleye doğru değil de, hocalarının mezarına doğru yönelmektedirler. İddia ettikleri kitabı ise kendiler arasında, kutsal bir kitap olarak değerlendirip, içeriklerini anlatmak için toplumda sohbetler ve seminerler düzenlemektedirler.
Bazı kişiler ise İmam Ali bin Ebi Talib Efendimizi yüceltmek isterken, onu İlâh olarak ilan etmektedirler. Evet değerli okurlarımız, İmam Ali gelmiş geçmiş en faziletli evliyalardan bir tanesidir. Efendimiz ise onun değerini gösteren birçok hadis söylemiştir. Ona olan aşkımız da büyüktür, fakat dînî sınırları aşmayarak severiz, sayarız ve yüceltiriz. Allâh-u Teâlâ hiçbir şeye benzemez, zamandan mekândan ve insanların sıfatlarından münezzehtir. İmam Ali ise bir insan olup, kesinlikle ve kesinlikle İlâh değildir..
Allâh-u Teâlâ bizi abartmaktan korusun ve bizleri azapsız Cennet’e girmeyi nasip etsin… AMİN.