Zekât; Arapça lugatine göre: Büyümek, temizlemek demektir.
Dînin hükümlerine göre ise; özel bir niyetle mal ve beden yerine çıkarılan maldır.
Zekât, mal ve beden için özel bir niyetle verilen maldır. O da, İslâm’ın en büyük emirlerindendir.
Allâh-u Teâlâ şöyle :buyuruyor
﴿ وَأقَِيمُوا الْصَّلةَ وَءَاتُوا اْلزَّكَاةَ ﴾
Anlamı: “Namazı kılınız ve zekâtı veriniz.”
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor.
وَتُؤْتِيَ الزَّكَاةَ
Anlamı: “ …ve zekâtı vermen…”
Zekât şu şeylerde olur:
- Enâmda (develer, inekler, koyunlar ve keçiler)
- Hurma ve kuru üzümde.
- Buğday ve arpa gibi normal hallerde yiyecek amacıyla alınan ekinlerde.
- Altın, gümüşte, ayrıca maden ve hazineden çıkartılan altın ve gümüşlerde.
- Ticaret mallarında.
- Fıtır zekâtında.
Bunların zekâtını vermek farzdır.
Enâm’ın sahibinin; Müslüman, hür mülkünün tam olması ve enâmların onun mülkiyeti altında hicri bir yılı doldurmuş olması gerekir. Nisap miktarı olan bu enâm bedava otlattırılıyor ve çalıştırılmıyorsa onların zekâtlarının verilmesi farzdır.
Develerin ilk nisabı beş tanedir. Bunların karşılığında bir şât verilmelidir. Şât; bir yaşını bitirip, iki yaşına geçen koç veya iki yılı dolduran keçidir.
İneklerin ilk nisabı ise, otuz tanedir. Bunların karşılığında, bir yıllık erkek buzağı verilmelidir.
Koyun ve keçilerin ilk nisabı, kırk tanedir. Bunların karşılığında ise bir şât verilmelidir.
Bunların ilk nisabı beş “vusuk” tur. O da 300 sâ’dır. Bir “Sâ” ise dört “mud” dur. “Mud” ise normal bir insanın iki avuç içinin dolusu kadardır. Bedava sulanan ekinlerin % 10’u, parayla sulanan ekinlerin % 5’i zekât olarak verilir. Ürün nisaptan fazla ise yine yukarıdaki zikredilen hesaba göre verilir.
Nisap miktarında olmayan bu ürünlerin zekâtı yoktur.
Bir yıl içinde çıkan ekinler toplandığında nisap ölçüsünde ise zekâtı verilir. Ama bu ekinler aynı cinsten olmalıdır. Buğday ve arpa beraber toplanmaz. Çünkü bunlar aynı cinsten değildir.
Bu ekinlerin sahibinin Müslüman ve hür olması gerekir. Aynı zamanda ekinlerin nisap ölçüsünde olması, ekinlerin kabuklarının sertleşmesi, hurma ve kuru üzümün de pişmesi (olgunlaşması) şarttır.
Altının ilk nisabı 20 miskaldir. Yani saf altından yaklaşık 84.875 gr. dır. Gümüşün ilk nisabı ise 200 dirhemdir. Yani saf gümüşten yaklaşık 594.125 gr. dır.
Altın ve gümüş sahibinin; Müslüman ve hür olması gerekir. Ayrıca altın veya gümüşün kişinin mülkiyetinde bir yılı doldurması gerekir. Fakat madenden ve hazineden çıkan altın ve gümüşün üzerinden bir senenin geçmesi şart değildir. Altın ve gümüşün nisabı dolmuşsa bunun % 2,5’i, madenden çıkan altın ve gümüşün % 2,5’i ve hazineden çıkan altın ve gümüşün % 20’si zekât olarak verilmelidir.
Ticaret mallarının zekâtının farz olması için nisabının tam olması ve kişinin mülkiyetinde bir yıllık süreyi doldurması gerekir. Bu malın % 2,5’i zekât olarak verilir.
Fıtır zekâtı, bedenin zekâtıdır. Fıtır zekâtını; Ramadân ve Şevvâl ayının bir kısmına erişen her Müslüman’ın, kendi nefsi ve nafakalarını temin etme ile yükümlü olduğu Müslüman kimseler için çıkarması farzdır. Borcundan fazla ve nafakalarını temin etme ile yükümlü kişilerin elbisesi, meskeni, bayram günü ve gecesi yetecek maldan fazlasına sahip olan kişi, her bir kişi için o beldede en fazla yenilen temel gıda maddesinden bir sâ’, yani (dört mud) vermelidir.
Fıtır zekâtını çıkarmanın beş vakti vardır. Bu vakitler şunlardır:
1-Caiz Olan Vakit: Ramadân ayının herhangi bir gününde.
2-Farz Olan Vakit: Ramadân ayının son günü, güneş battıktan sonra.
3-Faziletli Olan Vakit: Bayram namazından önce.
4-Mekrûh Olan Vakit: Mazeretsiz olarak Bayram namazından güneş batana kadar.
5-Harâm Olan Vakit: Mazeretsiz olarak Bayramın ilk günü, güneş battıktan sonra.
Zekâtın bütün çeşitlerinde zekât verilecek mal ayrılırken niyet edilir.
Zekâtın, Allâh-u Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de bildirdiği sekiz sınıf insana verilmesi farzdır.
Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
﴿ إِنَّمَا الْصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاء ِوَ الْمَسَاكِين ِوَ العامِلِينَ عَلَيْهَا وَالمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَ فِي الرِّقَابِ
وَ الْغَارِمِينَ وَ فِي سَبِيلِ ِاللهِ وَ ابْن ِالسَّبِيل﴾
Anlamı: “Sadakalar (zekâtlar); fakirlere, miskinlere, zekât toplayanlara, gönülleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, hürriyetlerini satın almaya çalışan kölelere, borçlulara, Allâh yolunda cihad edenlere ve yolda kalanlara mahsustur.”
Allâh-u Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de zikrettiği sekiz sınıf insandan başkasına zekâtın verilmesi caiz değildir. Eğer verilirse bu ibâdeti kabul olmaz ve veren kişinin boynunda kalır.
Fakir, ihtiyacının yarısını dahi bulamayandır. Miskin ise ihtiyacının yarısını bulan ancak tamamını bulamayandır.
Halife veya halifenin vekili tarafından zekâtları toplamak için görevlendirilen kişilerdir. Bunlar “Beytül Mal”dan belirli bir ücret almayanlardır. Yani zekât malını yazan, koruyan, dağıtan ve sayanlardan olmayan kişilerdir. Çünkü bunların sabit maaşları vardır.
İslâm’a yeni girenler ve niyetleri zayıf olanlardır Şimdieya kavimlerinde kendilerine kıymet verilip saygı duyulan kişilerdir. Sırf onların durumunda olan kişiler bunu görür de Müslüman olurlar diye zekât verilir.
Hürriyetlerini satın almak için belirli bir ücret karşılığında efendileriyle anlaşan kölelerdir.
Borcu olup ödeyemeyecek durumda olanlardır.
Bundan maksat, Allâh yolunda gönüllü olarak cihad edenlerdir. Her hayırlı amel mânâsında değildir. Okul, mescit veya hastane yapmak için zekât vermek caiz değildir. Bunlar için zekât veren kişinin zekâtı kabul olmayıp zimmetinde (boynunda) kalır ama bu sayılan yerlere bağışlar yapılabilir.
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:
إنَّ رِجَالً يَتَخَوَّضُونَ فِي مَال ِالله ِ ِبِغَيْر ِحَقّ ٍفَلَهُمُ الْنَّارُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
Anlamı: “Allâh’ın malını (zekât, cizye ve mürtedin mirası gibi) haksız olarak harcayanlar vardır. Onlara Kıyâmet Günü’nde Cehennem vardır.”
Seferini tamamlayabilecek kadar parası kalmayan yabancı misafir, memleketinde zengin olsa bile, zekât verilen yerden geçiyorsa, seferini tamamlayabilmesi için ona zekât malından verilecek olan kimsedir.