Peygamber Efendimiz Mi’râc’Dan Döndükten Sonra NeLER Oldu?

Bazı âlimler olayı şöyle anlattılar: Peygamber Efendimiz’in Mekke’den Mescid-i Aksâ’ya gitmesi, oradan semâlara yükselmesi ve Mekke’ye geri dönmesi yaklaşık olarak gecenin üçte biri kadar olan bir vakitte gerçekleşmiştir. Peygamber Efendimiz bu durumu ilk önce Ümmü Hâni’e, daha sonra kâfirlere anlatmıştır. Ancak kâfirler Efendimiz’e inanmayıp onunla alay etmişlerdir.

Kureyş’ten bir grup insan hazırlanıp Ebû Bekir’e gittiler. Ona dediler ki:

- “Arkadaşının ne dediğini biliyor musun? Aynı gecede Mekke’den Mescid-i Aksâ’ya gidip, geri döndüğünü iddia ediyor.” Ebû Bekir onlara

- “Böyle mi dedi?”diye sordu.

- “Evet.” dediler.

- “Şehâdet ederim ki, o böyle söylemişse, doğrudur.”

- “Bir gecede Şam’a kadar gidip, sabah olmadan Mekke’ye döndüğünü doğruluyor musun? “diye sordular. 

– “Evet, ben onun daha uzaklardan getirdiği haberlere de, göklerden getirdiği haberlere de inanıyorum.” dedi. 

Ebû Seleme, bu olaydan sonra Ebû Bekir Efendimiz’in “Es Sıddîk” lakabı ile adlandırıldığını bildirmiştir.

Kâfirler, Peygamber Efendimiz’den Mescid-i Aksâ’yı vasfetmesini (özelliklerini anlatmasını) istediler. Çünkü Peygamberimiz’in, mescidi aksaya hiç gitmediğini biliyorlardı. Ebû Cehil kendi kavmini topladı. Peygamber Efendimiz onlara Mescid-i Aksâ’da gördüklerini anlattı. O taraflara giden ve Mescid-i Aksâ’yı gören bazıları yemin ederek, onun tarifinin doğru olduğunu söylediler.

UYARI

Her kim, Allâh-u Teâlâ’nın bir cisim olduğuna, bir mekânda olduğuna ya da Allâh-u Teâlâ’nın zâtıyla Peygamberimiz’e yaklaştığına i’tikâd eder, yani inanırsa, hemen bu i’tikâdından (inancından) vazgeçip, İslâm’a girme niyetiyle Kelime-i Şehâdet’i getirmelidir. Çünkü bu şekilde inanan kişi, Allâh-u Teâlâ’yı yarattıklarına benzetmiş olur ve Kur’ân-ı Kerîm’i yalanlamış olur. 

Allâh-u TeâlâKur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:

﴾‭ ‬لَيْسَ‭ ‬كَمِثْلِهٖ‭ ‬شَىْءٌ‭ ‬وَهُوَ‭ ‬السَّمٖيعُ‭ ‬الْبَصٖيرُ‭ ‬﴿

(Eş-Şûrâ Sûresi 11)

Anlamı: ”Allâh, hiçbir şeye benzemez; O, işiten ve görendir.”

İmâm Ebû Câfer Et Tahâvî, “Tahâvî Akîdesi” adlı kitabında şöyle buyuruyor: “Allâh-u Teâlâ cisimlerden, kenarlardan, yanlardan, büyük ve küçük organlardan münezzehtir.”

TENBÎH

“İsrâ’ ve Mi’râc” hâdisesinde, insanların dilinde olan ve bazı kitaplarda zikredilen yanlış bilgilerden korunmanız için sizleri aşağıdaki hususlarda bilgilendirmeyi kendimize bir vazîfe bildik. 

Bunlardan birincisi namazdaki Tahiyyât hakkındadır. Tahiyyât’ın Mi’râc’da vâcib kılındığı sözü yanlıştır çünkü Tahiyyât duâsı Mi’rac’dan sonra vâcib kılınmıştır.

Söylenilen yanlışlardan ikincisi de şudur: “Peygamber Efendimiz Mi’râc’da iken sıkılmış ve büyük sahâbe olan Ebû Bekr’i özlemiş. Onun özlemini gidermek için de Allâh-u Teâlâ, Peygamber Efendimiz’e Ebû Bekr’in sesiyle seslenmiştir.” Bu iddia Allâh-u Teâlâ’ya yakışmayan bir sıfat ve vasıf olduğundan dolayı, bunu söylemek ve buna inanmak küfürdür (kişiyi imândan çıkarır).

Yanlış olan hususlardan üçüncüsü ise: “Cebrâil Aleyhisselâm’ın vahiy aldığı yerde perdeyi açınca, Peygamber Efendimiz’i orada gördü.” ifadesidir. Cebrâil Aleyhisselâm’ın: “Vay be!... Vahyi ben senden burada alıp tekrar sana yeryüzüne indiriyorum.” sözü bâtıl ve küfürdür çünkü Peygamberimiz burada ilâh ilan edilmiş oluyor ki, bu da İslâm’a ve tevhîd inancına aykırıdır.

Yine Mi’râc’da geçtiği söylenen yanlış kıssalardan birini daha anlatalım. Mi’râc’da Peygamberimiz ve Cebrâil Aleyhisselâm öyle bir yere gelmişler ki Cebrâil:

- “Ben bundan sonra seninle gelemem çünkü gelirsem yanarım.” demiş.

Bu sözün açıklamasını da şöyle yapmaktadırlar: “Cebrâil nûrdur; Allâh daha büyük bir nûrdur. Büyük nûr küçük nûru yakacağı için Cebrâil daha yukarıya çıkmak istememiştir.” 

Bu söz Allâh’a ve meleklere atılan büyük bir iftirâdır. Buna inanıp îmân etmek kişiyi küfre düşürür (İslâm’dan çıkarır).

Mi’râc hadisesi hakkında atılan iftiralardan biri de şu şekildedir: “ Peygamber Efendimiz Mi’rac’da bir yere vardığında melekler ona ‘Dur içeri girme. Allâh salat ediyor (namaz kılıyor veya dua ediyor)’ dediler”.

Namaz kılmak ve ibadet etmek biz kullara has bir fiildir. Bizler, bizi yaratan Allâh’a ibadet eder ve O’nun rızası için namaz kılarız. El-Ehzêb Sûresinin 56. Ayet-i Kerîme’sinde Allâh hakkında geçen “salât” kelimesi ise Allâh’ın Peygamber Efendimiz’in şanını yüceltmesi anlamındadır. Hâşâ Allâh’ın namaz kıldığı, dua ettiği veya ibadet ettiği anlamında değildir. Ayrıca “Dur! İçeri girme” sözü de Allâh’ın bir mekânda olduğu anlamına gelir. Bu da Allâh’ı yaratılmışlara benzetmektir. Allâh mekansız olarak vardır.

Yine Mi’râc Gecesi’nde sevgili Peygamberimiz için kullanılan şu tabirler doğru değildir: “Allâh-u Teâlâ’nın huzûruna kabul edildi”,

“Allâh-u Teâlâ’nın huzûruna çıktı”.

 Şüphesiz ki bu tâbir ve ifâdeler Yüce Allâh’ın mekânının olduğu, bu mekânın da yedinci gökte olan Sidre-i Müntehâ’nın üstünde bulunduğu manasına geldiği için küfürdür (İslâm’dan çıkarır). 

Hele hele Efendimiz'e isnad edilerek sarf edilen:  “Gökleri aştı, Allâh’a ulaştı.”, “Gökleri aşarak, Allâh’ın katına ulaştı.” gibi sözler; düpedüz, Allâh’ın göklerin üstünde olduğunu, orayı mekân tuttuğu anlamına gelmesi bakımından küfürdür (İslâm’dan çıkarır).

Allâh bizleri bu gibi yanlış inanç ve i’tikâd bozukluklarından muhafaza eylesin. 

Sevgili Müslümanlar!

Bu kitapta bahsedilen ve daha yüzlercesi olan bâtıl ve uydurma kıssalardan, hikâyelerden korunmamız gerekir. Bunlardan korunabilmemiz için ise üzerimize farz olan Din İlmini, din ilminde güvenilir olan alimlerden mutlaka öğrenmeliyiz. Biliniz ki bizleri ancak doğru olan Din İlmi Cennet’e ulaştırır. Allâh-u Teâlâ bizleri Din İlmini öğrenen, uygulayan ve öğretenlerden eylesin. ÂMÎN.

Bütün Noksan Sıfatlardan Münezzeh Olan

Allâh’a Hamd Olsun

Yorum Yapın

Yapılan Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış